Welcome to Our Website

Bir sosyal bilim analizi: AKP neden kaybetti, CHP neden kazandı?

Taha Baran[i]

31 Mart 2024 yerel seçimleri, Türkiye siyasi tarihinin sonuçları bakımından en etkili seçimlerinden biri oldu. Bu seçimi başat öneme taşıyan faktör, elbette, 1946 yılında çok partili sisteme geçen devletin, cumhuriyet tarihinde en uzun süre iktidarda kalan ve 2002 yılından beri gerçekleşen 17 seçimde birinci parti olarak çıkan AKP hükümetinin ilk kez sandıktan ikinci parti olarak çıkmasından kaynaklıdır. Bence seçimin en önemli sonucu, 1) ilk kez CHP birinci, AKP ikinci parti oldu; 2) Milliyetçi-sağ siyaset büyük bir hezimet yaşadı, 3) Kimliklere sıkışmış ve günah keçisi arayan siyaset biçimi yerine sorunlara gerçekçi çözüm olanakları tartışan siyasetin kazanması oldu. Bu durumu toplumsal-siyasal-kültürel ve kurumsal bir kırılma anı olarak okumak mümkün. Bu kırılmanın nedeni; oy verenlerin bıkkınlığı mı, ekonomik kötüleşme mi, skandallar veya yolsuzluklar mı, devlet ve parti içi bölünmeler mi, temel meselelere sunulan reçetelerin yetersizliği mi, muhalefetin güçlenmesi mi, demografik değişim mi? Bu başlıklar epeydir buradaki değişimin-kırılmanın nedenleri birçok gazeteci, yazar ve yorumcular tarafından dile getiriliyor. Ben ise, bu yazıda, bu kırılmayı özet formda sosyal bilimler açısından değerlendireceğim. Sosyal bilim, genel olarak, partilerin oy kazanmalarını ve kaybetmelerini dört yaklaşımla ele alır: Seçmen Davranışı Teorileri, Ekonomik Teoriler, Kurumsal Teoriler, Sosyal ve Kültürel Teoriler. Bu teoriler, bir siyasi partinin uzun süreli hakimiyetin ardından neden iktidar kaybettiğini analiz etmek için zengin bakış açıları sunar. Bu teoriler, seçim dinamiklerini şekillendiren ekonomik, sosyal, kurumsal ve psikolojik faktörlerin karmaşık etkileşimini vurgular. Bu da bize mevcut seçime dair daha geniş bir perspektiften anlama imkânı sunar. Sosyal bilimlerdeki temel teorik yaklaşımları kullanarak, bu değişim-kırılma anının özet bir taslağını çizeceğim.

Seçmen Davranışı Teorileri

Partilerin geçmiş eylemlerine bakarak seçmen tercihlerinin oluştuğuna işaret eden yaklaşım bunlardan birincisini oluşturur. Bu yaklaşıma göre, seçmenler, mevcut iktidardaki parti performansını geriye dönük olarak değerlendirir ve ekonomik performans, skandallar ve politika sonuçları gibi faktörleri göz önünde bulundurarak iktidardaki partiye karşı tutum geliştirirler. Eğer memnun değillerse, muhalefete oy vermeyi tercih edebilirler. Örneğin Brezilya’nın 2022 başkanlık seçimlerinde, iktidardaki Bolsonaro yönetimi yolsuzluk skandalları ve ekonomik meselelerle karşı karşıya kaldı. Brezilyalı seçmenler, bu sorunları Bolsonaro hükümetinin olumsuz performansı olarak okudu ve yolsuzluk karşıtı önlemleri ve ekonomik reformlar vaat eden Lula‘ya oy verdi.[ii] Bu yaklaşım esasında, sonuçlara bakarak seçmenin iktidardaki partiye, onu ikinci parti yaparak, görev onayı vermediğini gösterir. Ama Türkiye örneği yerel seçimler olduğu ve AKP’nin iktidarda olduğu görüldüğünde, seçmen çift yönlü bir tercih yapmış görünmekte: Performansın dolayısıyla yerel belediyeleri elinden alarak iktidarını buduyorum, mevcut performansını değiştirmezsen kalan merkezi düzeydeki iktidarını da alırım. Seçmen bunun tam tersini de CHP’ye söylemiş olmakta: Performansını (özellikle belediyeler düzeyinde) beğenerek iktidar alanını yerelden başlatarak genişletiyorum, mevcut performansını sürdürürsen merkezi iktidarı da sana veririm.

Geriye dönük değerlendirmeden farklı olarak, geleceğe dönük oy verme yaklaşımı, seçmenlerin kararlarını politik partilerin gelecekteki vaatlerine bakarak verdiğini belirtir. Eğer seçmenler, mevcut iktidardaki partinin gelecekteki zorlukları etkili bir şekilde ele alamayacağını düşünüyorlarsa, desteğini muhalefete geçirebilirler. Örneğin Kanada’da yaklaşan seçimlerde, seçmenler, parti politikalarına bakarak sağlık politikalarını değerlendirirler. Bir iktidardaki parti mevcut ve gelecekteki sağlık sorunlarını ele alan kapsamlı bir sağlık planı sunarsa, sağlık konusunda endişeli seçmenler bu partiye geleceğe dönük olarak destek verebilirler. 31 Mart seçimi Türkiye’de yerel seçim olmasına rağmen adayların yerellere dair vaatleri hep silik kaldı. Tam aksine, yerel seçimden çok bir genel seçim ikliminde gerçekleşti. Örneğin emekli ücretleri ile ilgili tartışma esas olarak bir yerel mesele değil, merkezi düzeyde bir politika olmasına rağmen seçimde önde yer alan bir konuydu. Dolayısıyla seçim mevcut iktidar yerellerde ne vaat ediyordan çok, iktidarın merkezi düzeyde hangi politikaları takip edeceği temel tartışma konusuydu. Ve, seçim bu açıdan, biz mi onlar mı daha iyi yönetir eksenine dönüştü. Seçimin sonucu, bu nedenle, mevcut iktidarın gelecek performansına dair, seçmenlerce, negatif bir değerlendirmeyle sonuçlandı. 12 Nisan tarihli Optimar şirketinin yaptığı araştırma da bu analizi doğruluyor. “Sizce bu sorunu kim çözer?” sorusuna, ankete katılanların yüzde 24.3’ü “CHP” yanıtını verdi. İkinci sırada ise yüzde yüzde 20.2’yle “AKP” diyenler yer aldı.[iii] Bu açıdan seçmen, mevcut iktidara, senin gelecek vaatlerini yeterli bulmuyorum, CHP’ye ise mevcut sorunlara sunduğun reçeteyi beğeniyorum dedi.

Şu ana kadar, seçmenin, iktidarın geçmiş performansına ve gelecek vaatlerine göre pozisyon belirlediğini işaret ettim. Fakat seçmen hangi başlıklara bakarak AKP hükümetini ilk kez ikinci parti durumuna getirdi? Şimdi iktidarın oy kaybetmesine yol açan temel başlıkları, sosyal bilimler açısından, tartışacağım. Bu başlıklardan birincisini ekonomik veriler oluşturuyor.

Ekonomik Teoriler

Bu yaklaşım, işsizlik oranları, enflasyon ve ekonomik büyüme gibi ekonomik faktörlerin seçmen davranışını önemli ölçüde etkilediğini savunur. İktidardaki Parti’nin dönemi boyunca ekonomik göstergelerde bir düşüş yaşanırsa, seçim kayıplarına yol açtığını belirtir. Örneğin Yunanistan, 2015 seçimlerinde, iktidardaki parti’nin ekonomik koşulları iyileştirememesi, seçmenleri ekonomik iyileşme planları sunan muhalefet Alexis Tsipras‘ı başbakan yaptı.[iv] 31 Mart seçimlerine giderken, ekonomik göstergeler, iktidar açısından iç açıcı değildi. Yüksek enflasyon, artan işsizlik oranları, iç ve dış borçlanmaların büyümesi, ekonomik büyümenin yetersizliği veya bu büyümenin ücretli çalışanlara yansımaması, vergi politikalarının alt sınıflara yönelmesi, sosyal yardımların küçülmesi, işsizlik yardımlarının ve emeklilik maaşlarının yoksulluk sınırının çok altında kalması gibi ekonomik politikalar iktidar açısından negatif seyir izlemekteydi. 

Bir diğer ekonomik yaklaşım ise, orta seçmen yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, siyasi partilerin seçim desteğini maksimize etmek için genellikle orta seçmenin tercihlerine yaklaştığını öne sürer. İktidardaki parti, orta seçmenin tercihlerinden uzaklaşırsa, destek kaybedebilir. Örneğin, 1997 genel seçimlerinde, Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi, orta seçmenin tercihlerini dikkate alarak politikalar belirledi ve seçim zaferle sonuçlandı.[v] Türkiye’nin ekonomik verileri yıllar içerisindeki değişkenliği incelendiğinde, eşitsiz gelir dağılımının arttığını, ve dolayısıyla orta sınıfın eridiğini ‘gini katsayı’larından okumak mümkün.[vi] Sıfıra yaklaştıkça gelir eşitsizliğinin azaldığını gösteren Gini katsayısı, 2014 verisinde gördüğü en düşük seviye olan 0,391’den, referans yılı 2022 yılı olan 2023 verisinde 0,433’e yükselerek 2006 bazlı serinin en adaletsiz gelir dağılımına işaret ediyor. Örneğin 2023 yılı verilerinde Türkiye’deki tüm gelirin dörtte biri nüfusun yüzde 5’i tarafından elde ediliyor. Bu grubun gelir payı 2006’da yüzde 20, 2013’te yüzde 19,1 düzeyindeydi. Yüzde 5’lik grubun gelirden aldığı payın son dönemde hızlı artışı dikkat çekiyor. Verilerin söylediği şu, orta sınıf eriyor ve bu erime aşağı bazlı yani yoksullaşma yönünde gerçekleşiyor. 2019 yerel seçimlerinde orta sınıfı yanına alarak seçim kazanan İmamoğlu, bu seçimi alarak orta sınıfa hitap etmeyi sürdürmüş görünüyor. Seçmenin mevcut iktidara mesajı açık, orta sınıf eriyor, gelir adaletsizliğine reçete sunamadın, sunacağına inanmıyorum ama hala sunman için iktidar gücüne sahipsin. Keza CHP’ye kaymış görünen orta sınıf oylar, partiye, politikalar oluştururken buradaki yarayı görmesini ve bu konuda önlemler talep ediyor.

Kurumsal Teoriler

İktidarın oy kaybını açıklayan bir diğer yaklaşım ise kurumsal bozulma teorisidir. Bu teoriye göre, bir siyasi partide veya genel siyasi sistemdeki kurumlar zamanla bozulabilir, bu da verimsizlik, yolsuzluk veya politika başarısızlıklarına yol açabilir. Bu bozulma, parti’nin seçimlerde yenilmesine yol açabilir. Örneğin Petrobras, Brezilya’nın devlete ait petrol şirketidir ve ülkenin en büyük enerji şirketlerinden biridir. Ancak, 2014 yılında ortaya çıkan bir yolsuzluk skandalı şirketin itibarını ciddi şekilde zedeledi ve kurumsal bozulmanın bir örneği olarak görüldü. Petrobras skandalı ve genel olarak kurumsal bozulma, Brezilya’da siyasi atmosferi etkiledi ve seçmenlerin tercihlerini şekillendirdi. Bu skandal, belirli siyasi partilerin veya liderlerin seçmen desteğini kaybetmesine ve muhalefet partilerinin yükselmesine yol açtı.[vii] Türkiye örneğinde kurumsal bozulma, epeydir birçok yorumcu tarafından dile getiriliyor. Özellikle, halk ile doğrudan temas eden kurumsal yapılar (sağlık, adalet mekanizmaları, belediye kurumları, medya vb.) 31 Mart seçiminde etki etmiş görünmektedir. Seçimden sonra belediyelere asılan ve yolsuzluklara işaret eden panolar (ki bu neredeyse iktidar alınan bütün belediyelerde oldu) ve kayyım politikaları bu sonuca örnek olabilir. Örneğin, kayyım uygulanan Kürt belediyeleri, iktidarın beklentisinin tersine, DEM Parti’nin oy artımıyla sonuçlandı. Buradaki kurumsal bozulma, hukuka bağlı olmayan kayyım atamaları iktidara oy kaybına yol açmış görünüyor. Ya da adalet mekanizmalarının adaleti sağlamadığını, hastanelerde aylarca sıra beklendiğini, liyakat yerine kayırmacılığın sürbaş olduğunu işaret ederek seçmen; iktidara, kurumsal bozulmalara bak, sisteminin işleyişini sağlayan kurumları eşitlik ve adalet ekseninde hukuka bağlı yeniden dizaynını gerçekleştir, ya da CHP’ye, sana mevcut belediyelerin yüzde altmış beşini verdim, bana kurumsal bozulma gerçekleştirmeyeceğini bu süreçte ispat et, dedi.

Sosyal ve Kültürel Teoriler

31 Mart seçimlerini açıklayacak bir diğer çerçevemiz sosyal ve kültürel yaklaşımlar şeklindedir. Toplumsal değerler, normlar ve kültürel trendlerdeki değişiklikler, seçmen tercihlerini ve siyasi sonuçları etkileyebilir. Bir iktidardaki parti, evrilen kültürel dinamiklere uyum sağlamada başarısız olursa, belirli demografik gruplar arasında destek kaybedebilir. Örneğin Avustralya’da, yerli haklara yönelik uzlaşmayı benimseyen partiler, kültürel kapsayıcılığı öncelikli hale getiren seçmenlerden destek aldı ve seçim sonuçları üzerindeki etkili oldu.[viii] Bunu Mart 2019 ve 2024 seçimlerinde görmek mümkündür. İktidar kutuplaşma eksenli politik tercihi, her iki seçimde muhalif grupları yan yana getirdi. İktidar partisi, söylem formunu, özellikle 2015 sonrasında, kuruluş kodlarının aksine, milliyetçi-muhafazakâr kutba sıkıştırdı. CHP ise, aksine, toplumun geniş kesimlerini birleştiren bir söylem formu izledi, toplumsal barış temelli kampanyalar gerçekleştirdi. Seçmen, iktidara, vurgulu bir şekilde kutuplaştırma siyasetinden yana olmadığını, toplumun farklı etnik, dinsel, dilsel yapıları ötekileştirici tutumu tasvip etmediğini gösterdi. Ve AKP hükümetini iktidarda tutarak, toplumu mevcut sosyal-kültürel değişim içerisinde okuyarak, herkesin sıklıkla gönderim yaptığı kapsayıcı kurucu kodlara dönüş için fırsat verdi. Seçmen, CHP için de tersini söyledi, dışlayıcı bir minvalde ilerlemekten vazgeçtiğini görüyorum ve birleştirici siyasetini sürdürmeni istiyorum dedi.       

Bu yaklaşım aynı zamanda, etnik köken, din veya sosyoekonomik statü gibi sosyal kimliklerin, siyasi bağlılıkları şekillendirmedeki rolünü vurgular. Sosyal kimliklerdeki değişimler veya grup çıkarlarının algılanan değişimi, seçim sonuçlarını etkileyebileceğini belirtir. Bu bölüm, 31 Mart seçimleri açısından, önümüzdeki süreçte çok tartışılacak geniş bir tartışma verilerine sahip. Sonuçlar, milliyetçi-sağın, uzlaşılmaz dayatmacı tekçiliğine darbe oldu. Milliyetçiği sağa kayan İYİ parti kitlesini CHP’ye kaptırdı, mülteci karşıtlığı ve ırkçı tutumlarıyla bilinen partiler, Özdağ gibi, silindi. Yeniden Refah Partisinin yükselişi, Türkiye İslamcılığının AKP’ye mahkûm olmadığını gösterdi, ki YRP oylarını önemli ölçüde AKP’ye oy vermiş kesimlerden aldı. DEM Parti Kürt bölgelerinde ivme kazandı, ki AKP, buralarda, tarihinin en düşük oy oranına geriledi. Kürt seçmen, batı illerinde CHP’ye kitlesel oylar vererek bu sonucu kolaylaştırdı. Seçmen, iktidara, kimlik siyasetinin artık Türkiye için deli gömleği olmadığını, kimliklerin değişken olduğunu ve hiçbir kimliğin herhangi bir partiye bir biçilmiş kaftan olmadığını vurguladı. Aynı şekilde, kimliklere sıkışmış politika yerine günah keçisi aramayan, mevcut büyük ve küçük sorunlara makul, rasyonel reçetelere sahip partilere tamah edeceğini belirti.  


[i] Taha Baran, güvenlik çalışmaları, söylem analizi ve Türkiye siyaseti alanlarında uzmanlaşmış bir siyaset bilimcidir. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında doktora derecesine sahip olan Baran’ın araştırmaları, siyasi elitler tarafından kullanılan söylemlerin analizi yoluyla iç aktörlerin güvenlik tehdidi olarak inşasını incelemeye odaklanmıştır. Kanada’daki Concordia Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulunmuştur. Baran, güvenlik, çatışma ve barış çalışmalarında, toplumsal hareketler alanında araştırmalar yapmaktadır. Cambrdige Scholars yayınları tarafından basılan, Perceived Threats in Turkish Politics: Discourse, Security, Nationalism (Türk Politikalarında Algılanan Tehditler: Söylem, Güvenlik, Milliyetçilik) adlı kitabı bulunmaktadır

[ii] https://www.theguardian.com/world/2022/nov/04/jair-bolsonaro-brazil-election-unfloppable-lost

[iii] https://m.t24.com.tr/foto-haber/optimar-dan-secim-sonrasi-anketi-turkiye-nin-en-buyuk-sorunu-ekonomi-diyenler-bunu-chp-cozer-diyor,30970/3

[iv] https://www.nytimes.com/2015/01/26/world/europe/greek-election-syriza.html

[v] https://www.economist.com/britain/2019/10/31/what-happened-to-britains-median-voter

[vi] https://www.ekonomim.com/ekonomi/orta-sinif-eriyor-haberi-727296

[vii] https://www.nytimes.com/2015/08/09/business/international/effects-of-petrobras-scandal-leave-brazilians-lamenting-a-lost-dream.html

[viii] Leege, David C., et al. The Politics of Cultural Differences: Social Change and Voter Mobilization Strategies in the Post-New Deal Period. Princeton University Press, 2002. JSTOR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

....